1800’lü yılların ortalarında ortaya çıkan bir filozof; filozoftan öte özellikleriyle bir şair, naturalist, tarihçi, kölelik ve vergi karşıtı direnişçi, eleştirmen ve yazılarıyla tek bir yazın alanına sınıflandırılamayacak çok yönlü bir yazar: Henry David Thoreau. Onu özgürlükçü ve dönemine kıyasla cesur düşünceleriyle tanısak da, siyasi literatüre armağan ettiği “Sivil İtaatsizlik” terimiyle bağdaştırılan, dönemin marjinal bir entelektüelidir. Peki, Thoreau’yu bu kadar farklı ve ilginç kılan nedir? Fikir babası olduğu sivil itaatsizliğin günümüzdeki ve geçmişteki felsefi ve toplumsal payı nedir?
Meksika Savaşı’nın patlak verdiği tarihlerde, bu savaş sebebiyle alınan 1 dolarlık seçmen vergisini, “1 dolarımı neden adam öldürmek için harcayayım ya da neden vergim masum insanların ölümünün cephanesi olsun?” diyerek ödemedi. Bu direnişi nedeniyle hapishanede geçirdiği bir gecenin ardından, ünlü “Sivil İtaatsizlik” makalesini kaleme alarak hafızalara kazındı. Hatta, özgürlükçü arkadaşı Ralph Waldo Emerson, Thoreau’yu görmek için hücresine geldiğinde aralarında geçen ünlü diyalog –”Henry, neden buradasın?” / “Waldo, neden burada değilsin?”– siyasi literatürün yapı taşlarından biri olan bu makalenin miladı oldu.
Peki, Thoreau’nun yazıları arasında Sivil İtaatsizliği farklı kılan nedir? 1800’lerin koşullarıyla bu kadar evrensel, isabetli ve çağımıza hâlâ uygun fikirler sunabilmesinin sırrı nedir?
Thoreau dışında tarihte birçok özgürlükçü, kölelik karşıtı ve çevreci direnişçi mücadelelerini sürdürmüştür. Ancak 20. yüzyıla baktığımızda, mücadele edenleri derinden etkileyen ve fikirlerinin filizlenmesini sağlayan ortak bir yazar vardır: Henry David Thoreau. Mahatma Gandhi’nin Satyagraha hareketinden Martin Luther King’in pasif direnişine kadar birçok politik figürü etkileyen Thoreau’nun eserleri, 20. yüzyılda özgürlük karşıtı fikirlerin karşısında duran, gerçeği manevi bir güç olarak ele alan birçok mücadelecinin başucu kitabı ve rehberi olmuştur.
Thoreau, Sivil İtaatsizlik’e şöyle başlar: “En iyi hükümet, en az hükmedendir.” Daha sonraki iddiası ise şudur: “En iyi hükümet, hiç hükmetmeyendir. İnsanlık buna hazır olduğunda, aynen bu şekilde yönetilecektir.” Bugün bu fikir, toplumlara ve devletlere çok ütopik gelebilir. Ancak Thoreau’nun bu düşünceleri, kendisini bağlı hissetmediği Amerika Devleti ve onun uyguladığı politikalardan kaynaklanıyordu. Aslında, sivil itaatsizlik Thoreau için pasif bir direniş yöntemi, bozuk ve yıkıcı düzene karşı çıkmanın ve sivil toplum örgütlerine benzetebileceğimiz topluluklarla muhalif olmanın bir yoluydu.
Thoreau, birçok filozof gibi devlet ve hükümet gibi kavramlara başkaldırmış, onların gereksizliğini vurgulamış ve devleti sadece basit, geçici bir ihtiyaç olarak görmüştür. Fikir olarak zaman zaman Nietzsche’nin tezleriyle özdeşleşse de Nietzsche’nin yıkıcı, bireysel özgürlükçülüğüne kıyasla Thoreau, Sivil İtaatsizlik’te daha ılımlı bir politika izlemiştir. Nietzsche, bireysel üstünlük yolunda kendini var etmeyi önerirken; Thoreau, devleti tamamen ortadan kaldırmak değil, daha iyi bir topluluk inancı ile daha iyi bir devlet kurma hayalini savunuyordu.
Fransız Devrimi’nin ardından ortaya çıkan yönetim tartışmalarına rağmen Thoreau, devlete bir şans verir. Herkesin aklındaki “en iyi devlet” fikrini ortaya koyarak, toplumsal ve özgürlükçü değerlere dayanan bir devlet hayal eder.
Thoreau’nun Sivil İtaatsizlik’te vurguladığı bir diğer önemli nokta ise “doğru nedir?” ve “doğruyu savunan kişiler nasıl davranmalıdır?” sorularıdır. Doğru kavramı ile seçim kavramını ve köleliği bağdaştırarak bir bağlam kurar. Ona göre, siyasi seçimler bir şans oyununa benzer. Bir şeyi savunup onun doğru olduğuna inanıyorsan, ona gidip oy vermek ve geri kalan işi çoğunluğa bırakmak, doğruyu savunmak değildir. Ona göre asıl doğru, doğruyu çoğunluğun vicdanına bırakmamaktır; doğru için çabalayıp didinmek ve bunu faal bir harekete dönüştürmektir. Bir gün çoğunluk yanlış olanı desteklediğinde, geçmişte onlara teslim ettiğin doğruya nasıl güvenebilirsin?
Thoreau’ya göre insan, sadece fikir sahibi olmaktan memnun olmamalıdır. Eğer bunlar doğru şeylerse, eyleme geçmediğinde fikirde kalmasının ne önemi vardır?
Thoreau’nun vurguladığı bir diğer önemli konu ise toplumun senin eylemlerini yargılama gücü ve toplumca tasvip edilen eylemlerin doğruluğudur. Sivil İtaatsizlik’te verdiği bir örnekte, günün yarısını doğayı tanımak ve kendine vakit ayırmak için bir ormanda gezerek geçirdiğini düşünür. Orada boş boş gezdiğini düşünen insanlar seni yargılayacaktır. Fakat ormandaki ağaçları kesen ve çevresini tahrip ederek çalışan birini görseler, onu takdir edeceklerdir. Peki doğru nedir? Kendini tanıman mı, yoksa geçici işlerde toplumdan takdir görmek uğruna benliğini yitirmen mi?
Thoreau, çalışmaya karşı değildi; sadece emeğin gerçekten değerli olduğu işlerde çalışmayı savunuyordu. Toplum, aylak demesin diye angarya işlerde çalışmak, kendini atıl hale getirmekten başka bir şey değildir. Sivil İtaatsizlik’te verdiği bir örnekte, “Çalıştığınız yerde taşları karşıdaki duvarın arkasına atmanız, sonra tekrar eski yerine atmanız istense, bu boşa kürek çekmek değil midir?” diye sorar.
Thoreau’ya göre, bozuk bir düzen varsa, bu düzeni düzeltmek için başkalarının doğrularına göre değil, kendi mutluluğumuzu merkeze alarak yaşamamız gereklidir. Sivil İtaatsizlik’te, topluma yararlı görünen ama altında ezici faktörler bulunan pragmatizm ile benliğimizi, gerçeklerimizi ve doğrularımızı koruyan egoizm arasında bir tercih yapılması gerektiğine işaret eder.
Thoreau’nun tüm eserlerinde hak, adalet, vicdan, özgür düşünce ve toplumdaki statülere göre insanlara verilen değer gibi konular ele alınır. Geçen yüzyılda Thoreau’nun fikirlerini eyleme dönüştüren Gandhi ve Martin Luther King gibi figürleri etkileyerek, düşüncelerinin toplumlar üzerinde ne kadar barışçıl ve özgürlükçü etkiler bıraktığını görmeye devam ediyoruz. 1800’lü yıllarda yaşamış olsa da Thoreau’nun varlığı hâlâ hissediliyor ve gelecekte de eserlerinin ne kadar kıymetli olduğunu anlamaya devam edeceğiz.
Kaynakça
Henry David Thoreau,Sivil İtaatsizlik İthaki yayınları,İstanbul 2015,s.10-50